Türk girişimcisi Amok koşucusu


Üç kıtada, 130 çalışanıyla 12 ülkeye ihracat yapan Pozitron’un kurucusu Fatih İşbecer ile Türkiye’de iş teamülleri, girişimcilik anlayışı ve etiğini konuştuk.



Google’ın testlerini sürdürdüğü Google Glass, bir türlü kitlesel olarak piyasaya sunulamadığı için olsa gerek, hakkında efsaneler üretilmeye başlanan bir “teknolojik arzu nesnesi” haline geldi. Bilgisayarı bir kirpik uzağa taşıyan bu cihazdan Türkiye’de henüz birkaç kişide var. Ama şimdiden Google Glass’a uyumlu dört aplikasyon geliştirildi. Pazitron önce Bilyoner.com’u sonra da TEB, İş Bankası ve Yapı Kredi Bankası’nın “gözlük uygulamalarını” hazırladı. Erken atılmış bir adım gibi görünüyor ama Pozitron’un kurucusu Fatih İşbecer’i tanıyınca hiç de şaşırtıcı gelmiyor. İşbecer, hızlı düşünüp hızla karar veren samimi enerji yayan proaktif bir girişimci. Bu enerji, ilk yazılımını 2006’da geliştirmiş bir startup’ı bugün üçkıtadaki üç ofisinde, 130 çalışanıyla12 ülkeye ihracat yapan bir şirket haline getirdi. İşbecer, elinden geldiğince yeni girişimcilere “melek yatırımcı” olmaya çalışıyor. Ülkenin en hızlı büyüyen mobil yazlım şirketinin Deloitte Fast 500, Harvard Business School ve Red Herring 100 Europe ödüllü beyninin Türkiye’de iş teamülleri, girişimcilik anlayışı ve etiğine dair görüşleri ilham verici olabilir. “Bizde rekabet Amok koşucuları gibi, cinnet halinde ve kazananı yok” diyor İşbecer, Pozitron’un Maslak ofisinde yaptığımız söyleşide...


Sondan başlayalım. Google Glass’a aplikasyon fikri nasıl ortaya çıktı?
Cihazı ilk duyduğum anda edinmek için arayışa girdim. Araya tanıdıklar sokarak, ABD’de online Ortadoğu tatlıları siparişi verilebilen tulumba.com’dan baklava filan göndererek zor da olsa edindim. Navigasyonu henüz Türkiye’de yok ama ben ABD’de denedim, son derece iyi. Böyle olunca, “Buna bir şeyler yazalım ama boş şeyler olmasın” dedik. Bilyoner.com aplikasyonunu yazdık. İlgilenilen maç sonuçlarını, o maçlardaki sarı, kırmızıkart gibi kritik gelişmeleri gönderiyoruz. Sonra sırasıyla TEB, Yapı Kredi ve İş Bankası’nın uygulamalarını yaptık. Hepsinde farklı işlemler var.

Öneri kimden geldi?
Bizdeki sistemde, teknolojiyi alırız, biraz uğraşır prototipini yaparız, sonra gidip anlatırız insanlara ama Glass veya Apple’ın parmak izi duyulduğu anda zaten bütün çalıştığımız şirketler,“Biz parmak izlerinden yapalım” veya“Glass’ta bir şey yapalım” dediler. Sonuç olarak bazı şeylerde fikrin kimden çıktığı biraz bulanıklaşıyor.

Müşterilerle ilişkiniz böyle midir?
Bizim böyle. Çünkü biz bu tür büyük müşterilerle çalışmayı tercih ettik. Türkiye’de bankacılık yeniliklere çok açık. Müşteriler açık fikirli olmalı ki dalga boyunuz ona göre artsın.Çalıştığımız kurumlarla özel bir ilişkimiz var.Rakipleriyle de çalıştığımızı biliyorlar fakat biz onlardan gelen özgün fikirleri taşımamaya dikkat ederiz. Bu nedenle de2006’dan beri güven de oluştu. Bize kafalarındakini açıkça anlatıyorlar, bizde yapıyoruz. Hiçbir şey yapmasak ayda bir-iki kere gidip “Teknoloji şöyle ilerliyor” diye tanıtımlar yapıyoruz. Hepsini bizden almak zorunda da değiller, büyük bir pazar burası. Önemli olan memleketten yenilik çıksın.

Google Glass workshopları da yapmışsınız…
Arı Teknokent’te altı, Ankara’da iki kez ücretsiz workshop yaptık. Rakip olsun olmasın 1000 kişiyi ağırladık.Yazılım mühendislerimiz Google Glass nasıl çalışıyor, buna uygun yazılım nasıl yazılır, anlattı.

Niye rakiplerinizi eğitiyorsunuz ki?
Çünkü pazar çok büyük. Bir de ben bilgi saklamaya inanmıyorum, eskidendi o. Google Glass’ı ben icat etmiş olsam, evet, çıkıp piyasaya anlatmam. Ama bu cihaz eninde sonunda gelecek ve ucuzlayacak. O yüzden “Benden öğrenip bana rakip olurlar” diye düşünmedim. Geldiler, cihazı beş dakika kurcaladılar… Bu da bir yöntem. Evet, Türkiye’de pek tercih edilmiyor. Biz “Bir kişinin ufkunu açsak kârdır” diye düşünüyoruz. Kaldı ki, toplantılarda ilginç çocuklarla tanıştık, ilginç fikirler duyduk, çok pozitif geri dönüş oldu.

Tavrınız “kümelenme” mantığına çok uyuyor. Türkiye’de de bu konuda birinisiyatif var,hükümet de destekliyor. Siz bu girişimlere nasıl bakıyorsunuz?
Türkiye’de ortak girişim yapmak çok zor,rekabet o kadar vahşi ki… Bir kere dürüst tüccar sayısı çok az. İnsanlar gerçekleri bükerek iş yapıyor. Yalancılık,zekâ ve dehşet bir hafıza gerektiriyor. Akılda tutmaya çalışacağına herkese doğruyu anlatınca, bir daha karşılaşınca aynı hikâyeyi bir kere daha tekrar etmiş oluyorsunuz. Ama doğru olduğu için bir öncekiyle çelişmiyorsunuz. Biz prensip olarak başlarda çok zorlanmamıza rağmen, dürüst ve şeffaf olduk. Bunun şimdi çok artısını görüyoruz. Müşterim bana “Bu teknoloji rakip şirketlerde var mı” diye sorduğunda,  isim vermeden“ Evet,bu bizim bulduğumuz bir şey, hepsine anlatıyorum” diyorum. Fikri onlardan duyarsam kimseye anlatmıyorum. Ben bunun böyle olması gerektiğini düşünüyorum, yoksa hırsıza kilit vurulmaz. Dürüst olmak Türkiye’de bir rekabet avantajı.

Çok başarılı bir startup’tınız, şu an kendiniz nerede görüyorsunuz?
Ruhen hâlâ startup’ız diyeyim, öyle olmak lazım. Fakat biraz da kurumsallaşmak gerek. Startup’ın harala gürelesi başta çekici geliyor ama sonra işler büyüdükçe, içinden çıkılmaz hale geliyor. Biz şu anda kurumsallaşma evresinde belli bir noktaya geldik. Ama kurumsallığı da “Benim odama girerken ceket iliklesin”şekilciliğinde değil, belli kural, koşul ve denetim mekanizmaları dahilinde,fakat hızlı karar alma yeteneğini yitirmeden sağlamalıyız. Bizim işimizde yanlış dahi olsa, bir kararın çabuk alınması lazım. Çünkü zaman kaybı en kötü şey. “Google Glass’ta bir şey yapalım” dediğinizde “yapın’” derim, biter. Yapalım mı yapmayalım mı derken, sizden önce davranırlar ve cihaz tutarsa, lider olabileceğiniz alanda ikinci plana düşersiniz. Firmalar kurumsallaşırken karar alma süreçlerini kilitleme yanlışına düşüyor. Hızlı karar alındığı sürece belli bir yazışma, dokümantasyon, toplantı ve ürün geliştirme kültürüne oturtmanız gerekir.

Melek yatırımcı olarak da ün yaptınız. Size çok başvuru geliyor mu?
Çok geliyor.Çoğunlukla internet sitelerinin mobil uygulamalarını yapmamızı veya yatırım istiyorlar. Biz büyük kurumların mobil çözümlerini yaptığımız için bu başvuruları reddediyoruz. Ama fikir iyi ise “Sana yatırım yapalım, mobil uygulamayı birine yaptır” diyoruz.

Sermaye yatırımınızdan kaç startup yararlandı?
10 kadar firmaya yatırım yaptım.
Mentorluk yapıyor musunuz?
Hayır, mentorluk, para yatırımından daha zor. Benim işim çok yoğun.

Bazen yemeğe çıkarıp yeni insanlarla tanıştırmanız yetebilir…
Belli bir düzende yapmayınca bir faydası yok ki. Mentorluğun,dediğiniz “Boş vaktimde gel, sana hikâye anlatayım”şeklinde olmaması lazım. Her ay yönetim kurulu gibi toplanılması, konuları olması lazım.

Gelen fikirlerin çoğu sizi heyecanlandırmıyor galiba?
Her gelen iyi çıkmıyor tabii. Bir kere çok hazırlıksız geliyorlar. Mesala İstanbul’un oto parçacıları için platform yapacağım diyor ama “İstanbul’da kaç oto parçacı var” diye sorduğunuzda cevap veremiyor. Arasan Google’da ikinci sırada çıkıyor. O an zaten o girişimci sizin gözünüzde bitiyor.Kalpleri kırılmasın diye oturup anlatıyorsunuz ama sonravaktim boşa gitti diyesinirleniyorsunuz. Birkaç böyle kötü senaryo olunca bu sefer iyi gelen çocuğu karşınıza zor oturtuyorsunuz. Böyle yaptığınızda arkanızdan “Bu adam şımarmış” diyorlar.

Hazırlıksız da olsa gelenlerin fikirleri güzel mi peki?
Türkiye’de genelde “klon fikirler” ortaya çıkıyor:“ABD’de şu çıkmış, bende aynısını burada yapacağım” deniyor. TechCrunch ya da Optimist okuyan herkes fikri biliyorken, başlığı görüyor, kafasına yatıyor, kalanını okumadan “Ben bunu yaparım” diyerek karşınıza çıkıyorlar. O zaman iş modelini biliyorsunuz ve “Çocuk bunu yapabilir mi”diye tartmaya başlıyorsunuz.

Size gelenleribaşka alanlara yönlendirdiğiniz oluyor mu?
Adamına göre oluyor.

Ne türyönlendirme ve tavsiyelerde bulunuyorsunuz?
Öncelikle okumalarını tavsiye ediyorum. Türkiye’de“alaylı olmak” çok pozitif algılanıyor. Bizim sektörde artık bu mümkün değil. Çok iyi okumaları lazım. Yazılım yapacaksan o işi biliyor olman lazım, öyle uyduruk bir mühendislikle iyi bir ürün çıkarılamaz. Bugün gelen fikirlerin çoğu, e-ticaret üzerine ama çoğu daha önce başarılı olmuş modellerin taklidi şeklinde. Üstelik fikirleri pazar gerçekleriyle örtüşmüyor. Platform oluşturacaksınız ama bunun geleneksel satış ayağı var, depolaması, nakliyesi, insan kaynakları ve finansmanı var… “Ben internet sitesini kurayım, bir de para sayma makinesi alayım”şeklinde olmuyor. Mevzuatı da iş yapabilecek kadar bilmenizlazım. Yine de sadece şansıyla, doğru zamanda doğru yerde olarak başarılı olan insanlar çıkacaktır. Ama 100 alaylıdan bir kişi başarıya ulaşabiliyor. 100 tane bu işe baş koymuş, okumuş insandan isebeş kişi başarılı olabiliyor. Bire beş gibi bir oran var. Çünkü girişiminiz battığı zaman yine hayatta diplomayla baş başa kalıyorsunuz. Batmak iyi bir yandan, tecrübe kazanıyorsunuz. Ama hangi aşamada battığınızı kimse bilemez.Belli olmadığı için o da tek başına yetmiyor. “Ben mühendisim, “machine2machine” kart yaptım. Çalıştı ama satamadım” diye biri gelirse, “Tamam, aradığımız çocuk. İşin mühendisliğini çözmüş ama finansını becerememiş. Ayrıca becerene saygısı var”diyoruz. Böylesini biraz motive ettiniz mi, firmaya ortak bile edebilirsiniz.


"Girişimcilik Türkiye’de günden güne zorlaşıyor çünkü moda olmaya başladı. Finansal imkânlar da arttı. O yüzden daha gözü kara insanlar eksik donanımla girmeye başladı."





Yeni girişimlerin gelir modellerinde de eksik olduğu konuşulur...
Hem de çok eksik. Şimdi bu yeni girişimleri ikiye ayırmak lazım: Birincisi bizim gibi geleneksel iş sahasında yenilikçi ürün sunanlar var. Bir de “ölçek işleri” var. Yeni bir site, e-ticaret platformu açıp belli seviyede trafik elde edince reklam geliri elde etme üzerine girişimler bunlar. Belli ölçeğe göre birkaç yıl zarar etmeyi göze alan girişimlerdir bunlar. Twitter, Facebook veya Google buna örnek.Türkiye’de de örneği çok. Ama Türkiye’de bu girişimlerin en büyük sıkıntısı, sözü edilen pazarın sanıldığı kadar büyük olmaması. Yatırımcılar üç-beş yıl zarar görmek istemiyor ve sıkılıp çekiliyor, firmalar da devriliyor. Bir de küçük pazarlarda yığılma çok oluyor. Türkiye’de bir site başarılı oldu mu ardından 170 tanesi geliyor. Kuponlu alışveriş siteleri buna örnek. İki firma girse ayakta durabilirdi. Ama170 tane girince pazar tarumar oldu, kimse kazanamadı. Türk rekabetini Malezyalılar’ın “Amok koşusu”na (Cinnet halinde, sonuçlarını hesap edemeden şiddet kullanma) benzetiyorum. Birbirlerini yok etmek için o kadar çok koşuyor, çarpışıyorlar ki... Rakip battığında, “Tamam, artık rahat edeceğim” derken bir bakıyorlar, kendileri de batmış aslında. Maraton koşup bir anda durursanız kalp krizinden ölürsünüz. Simit Sarayı çıktı, herkes Simit Sarayı oldu ama bir tane kaldı, o dayandı. İnternet kafeleri hatırlayın, damacana çıkmadan önce su istasyonlarınıdüşünün…Girişimcilik Türkiye’de günden güne zorlaşıyor çünkü moda olmaya başladı. Finansal imkânlar da arttı. O yüzden daha gözü kara insanlar eksik donanımla girmeye başladı. Müşterilerde kalite algısı çok yok, fiyat odaklılar. İş aldığında kendisini de müşterisini de batırıyor. 2000 yılında Türkiye’de KOSGEB’in girişimci desteği yoktu. Hakikaten gözü kara tipler girişimci oluyordu. Rekabet de az olduğu için bir işe giren girişimci sayısıyla başarılı çıkan sayısındaki oran yüksekti. Şimdi bir “huni” var: O kadar çok insan girişimci oluyor ki normal şartlarda ağır rekabet görmese başarılı olacak ufak girişim de batıyor.

Yeni girişimlerin finansman bulma sıkıntısından da çok yakınılıyor…
Bu, bütün dünyanın yaşadığı bir problem. ABD’yi veyaİngiltere’yi kenara koyarsak, geri kalan ülkelerde bankalar size, “Paraya ihtiyacınızın olmadığını belgelediğiniz zaman” kredi verir. “Ben aslında çok zenginim, tonla param var. Canım sıkıldı, kredi almak istiyorum” imajını yaratırsanız para alırsınız. “İşimi büyüteceğim” dediğinizde kredi alamıyorsunuz. Finansmana ulaşım Türkiye’de zor. Yine de hibe desteği veren KOSGEB veya TÜBİTAK gibi kurumlar var. Onlar denenebilir. Biz zamanında KOSGEB destekleri kullandık. Çok yardımcı oldular. Yalnız dokümantasyon bilgisine ihtiyacınız olacak. Ama korkacak bir şey yok, çıta çok düşük. Zaten KOSGEB’e ya da TÜBİTAK’a dosya yazamayacak kadar dokümantasyondan bihaberseniz böyle teknoloji tabanlı bir iş yapmıyor olmanız lazım. Buna rağmen kurumların açtığı çağrılara başvuru yetersiz kalıyor, bütçeler geri dönüyor.
Türkiye’de melek yatırımcılar da finansman kaynağı olmaya başladı ama nüfusa göre melek yatırımcı sayısı çok az. Ama Türkiye’de nüfus üzerinde pazar beklentisi yaratırsanız yanılırsınız. Türkiye’de aslında bir Hollanda bir de Bangladeş var. “80 milyon nüfusa göre tekstil veya ayakkabı fabrikası kurayım”derseniz kesin batıyorsunuz. Türkiye’de gelişmiş ülke kıvamında para harcayan beş-altımilyon insan var.
           

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geleceğin ulaşım araçları

Türkiye’nin ilk inovasyon okulu

Cristiano Ronaldo