Son katıksız yarışçı

Ayrton Senna ölümünün 20’inci yılında Formula 1 tarihinin en gözü pek; paraya, politikaya, hileye hurdaya prim vermeyen pilotu olarak anılıyor. Pistte yaşamını kaybeden son pilot olan Senna, motor sporlarının güvenlik standartlarını değişmesine yol açtı, o günden sonra kimse pistte direksiyon başında ölmedi. Yağmurlu havalardaki üstün performansı ile Rainman lakabını alan Senna agresif rekabetçiliği ile motor sporlarının en büyük heyecan kaynaklarından biriydi. O, bu diyarlardan göçeli Formula 1’in eski tadında olmadığını düşünenleri sayısı çok.



 
San Marino’da pırıl pırıl bir 1 Mayıs sabahıydı. Imola pistinde, yarış otomobillerin egzoz dumanı henüz bahar çiçeklerinin doğal parfümünü bastırmamıştı. Seyirciler çoktan yerini almış yarışı bekliyordu. Çoğunun aklı, Brezilya bayrağından esinlenmiş sarı-yeşil kaskı markası haline gelen gözüpek pilot Ayrton Senna’daydı. Formula 1’in o güne kadar gördüğü en agresif yarışçısı, “İkinci sadece kaybedenlerin birincisidir” diyecek kadar yılmaz rekabetçi Senna, sadece İtalyanları değil dünyada ekranları başında milyonları kendisine kilitlemişti. 

Fakat ekrana yansıyan görüntülere bakılırsa Senna’nın aklı başka yerdeydi. Bir gün önce gün sıralama turlarında piste çıkan Simtek Ford takımı pilotu Avusturyalı Roland Ratzenberger (34), Villeneuve virajını alamayıp 320 kilometre hızla beton bariyere çarpıp yaşamını yitirmişti. Senna üzüntülüydü. Senna endişeliydi. Çünkü her zaman güvendiği içgüdüleriyle, aracında bir sorun olduğunu biliyordu. Yarış öncesi takımın teknisyenlerine aracın ön tarafında bir titreşim olduğunu,  titreşimin viraj almasını zorlaştırdığını, direksiyonu kırdığı halde arabanın tepkimesiz kaldığını söyledi. Ama “Sorun yok” yanıtını aldı. 

Direksiyonun başına oturmaktan başka çaresi kalmamıştı. Yarışı, alışıldığı üzere önde getirirken 7’inci turda olanlar oldu. Tamburello virajına saatte 306 kilometre hızla giren Senna, direksiyonunu toplayamadı ve ani frene rağmen saatte 217 kilometre hızla bariyerlere çarptı...

Formula 1’in ‘büyücü’ lakalı pilotu, motor sporlarına gönül verenlerin çoğuna göre Michael Schumacher ile birlikte gelmiş geçmiş en iyi yarışçısı, tam 20 yıl önce hayata böyle gözlerini yumdu. Kazanın nedeni hiçbir zaman tam olarak aydınlatamadı. Bir inanç adamı olan Senna’nın ölümünün bir kader meselesi olduğunu ileri sürenler ortaya çıktı. Senna’nın aracından çıkan Avusturya bayrağı onların en büyük kanıtıydı...

Senna efsanesi de böyle doğdu. Brezilyalı pilot, efsaneleşmek için gerekli hamura sahipti. Bir kere öldüğünde çok gençti. Henüz 34 yaşındaydı. Zirvedeydi ve artık hiç yaşlanmayacaktı. Formula 1’deki 10 yılında 3 şampiyonluk elde etmeyi başarmıştı. Ama daha
önemlisi kazanma azmiyle herkesin saygını kazanmıştı. 41 kez yarış kazanmış, 80 kez podyuma çıkmış, 65 yarışa pol pozisyonunda başlamıştı. Üstelik bu başarıyı Formula 1 tarihinde rekabetin en yoğun yaşandığı bir dönemde elde etmişti. 1980’lerde 51 yarış kazanıp 4 kez dünya şampiyonu olan Fransız pilot Alain Prost ile giriştiği, zaman zaman pistte çarpışmaya varan rekabet, Formula 1’e dünya çapında  ‘rating’ kazandırmıştı.

Ama onun efsaneleştiren yarış kazanması değil, nasıl kazandığıydı. Brezilya’nın Grand Prix’sinde en yakın rakibine 40 saniye fark atmışken şanzımanı arızalanmış, ama durmak yerin son 7 turu  6’ıncı vitese kilitlenmiş şekilde tamamlamayı göze almıştı örneğin. Yarış bittiğinde stresten kolu ve boynu tutulmuştu, kupasını bile kaldıramadı. 

O böyleydi işte. Asla ‘Profesör’ veya ‘Hesap Makinesi’ lakaplı Alain Prost gibi puan kazanıp sezonu şampiyon bitirmenin veya takımının derece yapmasının peşinde olmadı. Pistteyken hep bir numara olmayı hedefledi. Bunun için risk almaktan kaçınmıyordu.  1988’de Monaco’nın dar yollarında öyle bir hız tutturmuştu ki kendisi bile korkmuştu. Yarış sonrası, “İçgüdülerimle kullanıyordum, farklı bir boyuttaydım. Tüm pist bir tünele dönmüştü. Tünel uzuyor uzuyor, ben gidiyor gidiyordum. Sonra aniden bir şey beni uyandırdı ve fark ettim ki ben çok farklı bir atmosferdeydim. Bu beni korkuttu, bilincimin algılayabileceğinin çok ötesindeydim" diye anlatmıştı yaşadıklarını. 

Senna, Monako Grand Prix’sini, çoğu kez yağmur altında 6 kez kazanarak erişilmesi zor bir rekora imza attı. Zaten yağmur onun dostuydu. Aracının ıslak zemindeki tepkilerini çok iyi bilir, yağmurlu havada kuru havadan daha hızlı gittiği olurdu. Ona 1988 tarihli filmden esinlenerek  ‘Rainman’ (Yağmur adam) deniyordu. İtirazı yoktu, “Risk almazsanız kazanamazsınız ve ben de kazanmak için yarışırım. Kazanmak için yarışmalısınız, yoksa yarışmanın anlamı olmaz” diyordu.

Ayrton Senna ve Alain Prost rekabeti Formula 1'e
dünya çapında seyirci kazandırdı. 
Senna’nın kariyerinin temel amacı da bu cümlede gizliydi. Para ve siyesetten anlamaz, “Yarışmak benim kanımda var” derdi. Zengin bir aileden geliyordu, babası Milton da Silva’nın fabrikaları, arsaları, çiftlikleri vardı. Babası ona 4 yaşında go-kart almış, 6 yaşında araba kullanmasına izin vermişti. Ama o para sayesinde değil, yeteneği ve yarışma hırsı sayesinde Fomula 1 pilotu olmuştu. Formula 1 pilotu olmayı da çok önemsemezdi. Bir keresinde en çok kiminle yarışmaktan keyif aldığı sorulduğunda o, Formula 1 pilotlarına birini değil İngiltere’de karting yarışlarına tanıştığı bir pilot olan Tery Fuerton’un adını vermişti. “Fuerton çok tecrübeliydi ve onunla yarışmaktan çok keyif alırdım. Çünkü çok hızlı ve istikrarlıydı. Komple bir pilottu.  Bize saf yarışçılığı, saf mücadeleyi öğrettiler. O zamanlar politikalar yoktu, kazanana para da verilmiyordu. Gerçek yarışçılık oydu. Oradaki anılarım çok güzeldi" yanıtını vermişti. O, katıksız bir yarışçıydı, yarışmak için yarışıyordu. Bu yüzden saygındı. Bu yüzden cenazesinde tabutunu taşıyanlar arasında ezeli rakibi Alain Prost da vardı…

Senna’dan sonra Formula 1 dünyanın en güvenli yarışı hale getirildi. Katı güvenlik önlemler sayesinde Senna’dan sonra kimse pistte ölmedi. Ama bu önlemler sanki yarışçılık ruhunu öldürdü. Formula 1 yarışlarının “50 turluk konvoy geçişi” haline geldiğini düşünenler arttı. 


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geleceğin ulaşım araçları

Türkiye’nin ilk inovasyon okulu

Cristiano Ronaldo